20 Temmuz 2020 Pazartesi

Kant Notları 2 - Kant'ta Ahlak Anlayışı (Luc Ferry Ders Notları)

Bir önceki derste, Kant felsefesinin hem Antik Yunan’ın Kozmos anlayışından hem de klasik Hıristiyanlık anlayışından kopuşu ifade ettiğini söyledik.

Kant’ı anlamak için ahlak bölümünden başlamak en iyisi. Yani Pratik Aklın Eleştirisi’nden (1788). Bu kitapta iki kopuşu da gözlemleyeceğiz. Kant Hıristiyan olsa da, klasik tipte bir Hıristiyan değil.

Şimdi Kant’ın bu kitapta ortaya koyduğu ahlak anlayışının hem Antik Yunan’dan hem de Hıristiyanlık’tan ne şekilde kopuşa işaret ettiğine bakalım. Bu kitap hümanist etik’i savunacak.

Antik Yunan Kozmolojisi’nden kopuş

Yunan Kozmolojisi’nde evrenin düzenliliğinin yanında aristokratik ahlakın temelini oluşturan bir unsur daha var: Varlıklar arasındaki doğal hiyerarşi. Fransız Devrimi’ne kadar Avrupa zihniyeti bu anlayış üzerine kuruluydu. Yani tüm varlık kategorileri içinde bir hiyerarşi mevcuttu. Örneğin göz: Kör göz, az gören göz, iyi gören göz, kusursuz gören göz. Aynı şekilde insanlar arasında da bu doğal hiyerarşi var. Platon da Devlet kitabında hiyerarşide en yukarıda olan filozofların devleti yönetmesini, en aşağıda olan üreticilerin yalnızca kendi üretim işlerini yapmalarını istiyor. Adil devlet, varlıklar arasındaki bu doğal hiyerarşiyi gözeten devlet.

Ahlaki erdem de doğal üstünlükten ayrı düşünülmüyor. Örneğin Aristoteles, “erdemli at”tan ya da “erdemli göz”den bahsediyor. Bugünkü ahlak ve erdem anlayışımızda bunlar anlamsız sözler. Aristoteles’in “erdemli göz” derken demek istediği “kusursuz gören göz”. “Erdemli at” da savaşa giderken sahibine en iyi hizmeti verecek at. Aristokratik anlayış. Çünkü erdem, Tanrı vergisi doğal özelliklere dayandırılıyor.

Kant: Hayır, bir bireyi erdemli yapan şey, Tanrı vergisi doğal özellikleri değildir (doğal hiyerarşi değildir). Tanrı vergisini bireyin ne yaptığıdır.

“Ahlaki anlamda mutlak olarak iyi olan tek şey, iyi niyettir.” Zeki olmak, güzel olmak vs. bunlar iyi özellikler ama ahlak için yeterli değil. Tanrı vergisi olan her şey, iyilik yolunda olduğu gibi kötülük yolunda da kullanılabilir. Zeka ile birine yardım da edebilirsiniz, kötülük de yapabilirsiniz. Ahlaki açıdan önemli olan kişinin iyilik/kötülük yapma anlamındaki niyetidir. Basit bir fikir olsa da ahlaki açıdan devrimsel bir düşünce: aristokratik ahlakın yıkımı. Artık ahlaki kriter, doğduğunda edindiğin doğal payeler değil, edindiğin bu payeleri hangi yolda kullandığın.

Bu konuda Hıristiyanlık geleneğinden de esinlendi. Ama Hıristiyanlık’tan yola çıkarak ahlakın seküler bir yorumunu yaptı. Bu ahlaka sahip olmanız için dindar olmanıza gerek yok.

Aristokratik anlayışın tam tersi olan eşitlik fikri de bu ahlak anlayışıyla bağdaşıyor. Erdem eğer doğuştan gelen özelliklerinden değil de özgürce seçilen niyetlerden kaynaklanıyorsa, eşitiz demektir. Einstein da düşük zekaya sahip biri de ahlaki anlamda aynı şekilde yargılanır. Einstein’ın ahlaki üstünlüğü yoktur.

Diğer bir sonuç, insanlığın tek bir grup olması. Aristokratik anlayışta birkaç insanlık var. Örneğin Fransa’da soylu bir kadın, hizmetçisi yanında yıkanabiliyor. Utanmıyor, çünkü farklı dünyalarda yaşıyorlar. Aynı dünyaya ait olduğu bir aristokrattan utanırdı örneğin.

Diğer bir sonuç çalışma fikri. Yüz yıllardan beri aristokratların özelliği çalışmamalarıydı. Savaşıyor, spor yapıyor, bilim yapıyor vs. Artık doğal olarak aldığın payı ne şekilde kullandığın önem kazandığından, elinde olan parayı çalışarak arttırma fikri önem kazanıyor. Dolayısıyla modern hümanizmde çalışma, doğayı dönüştürüp değer yaratma fikri pozitif bir değer kazandı.

Hıristiyanlık’tan kopuş

Kozmolojik etikten nasıl koptuğunu gördük. Şimdi de ilahi etikten kopuşunu göreceğiz.

Klasik Hıristiyanlık ahlakında insanlar ahlak kurallarına uymaya çağrılır: Öldürmemek, çalmamak, yalan söylememek vs. Nihayetinde bunun sebebi Tanrı’ya itaat etmektir, çünkü Tanrı’nın buyruğu böyledir.

Kant’ın kopuşu burada. Kendisi de Hıristiyan, ama bahsettiğimiz geleneksel anlamda değil. İlahi etiğe karşı çıkacak: “Eğer cennete gitmek için ya da cehennemden korktuğumuz için ahlak kurallarına uyuyorsak, ahlakın bir anlamı kalmaz.” Çünkü ilahi etikte kurallara uymanın sebebi ödüllendirilme isteği ya da cezalandırılma korkusudur. Ortada bir çıkar vardır. Gerçek ahlak ise çıkardan uzaktır. Örneğin birine sırf bana ileride yardım eder diye yardım ederseniz, bu aslında ahlaki bir davranış olmaz, çünkü temel motivasyon çıkardır.

“Eğer bir şekilde Tanrı’nın varlığı kanıtlansaydı, ahlakın bir anlamı kalmazdı. Çünkü herkes cezalandırılacağından ya da ödüllendirileceğinden emin olduğu için davranışlarını kendi çıkarlarına göre düzenlerdi.”

Immanuel Kant (1724-1804)

Hümanist ahlak:

Şimdiye kadar Antik Yunan’dan ve Hıristiyanlık’tan ne şekilde kopuş olduğunu gördük. Şimdi bu kopuşların ötesinde Kant kendisi ortaya ne koydu, onu göreceğiz.

Ne Antik Yunan’ın Kozmos’una ne de Hıristiyanlık’ın Tanrısına dayanıyor. Kant’ın ahlak anlayışının temeli insan öznelliği. Peki bu nasıl yapılabilir?

Bu, şu demek: Artık ahlak konusunda referansımız Kozmos ya da Tanrı değil, insanlar arasında yapılan sözleşme. “Özgürlüğüm, başkasının özgürlüğünün başladığı yerde son bulur.” Bunun üzerinde bir referansımız yok. İnsan haklarının yolunu açıyor.

Peki daha önceden ahlakı üzerine kurduğumuz Kozmos ve Tanrı bu kadar muhteşemken, ahlakı insanlar arasındaki anlaşma olarak belirlemek tehlikeli değil mi? İnsan, referans noktası olabilecek kadar muhteşem bir varlık mı?

Buna cevap, insan-hayvan arasındaki fark üzerinden veriliyor. Yani insana özgü olan nedir, onu hayvanlardan ayıran şey nedir ki insan ahlaki referansın kaynağı olabilsin? Rousseau diyor ki (İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı Üzerine Söylev): İnsana özgü olan özgürlük/perfectibilité (mükemmelleştirilebilirlik). Yani hayvanlar tamamen içgüdü ile programlanmıştır, bunun dışına çıkamaz. Doğal olarak davranır, özgürlüğü yoktur. İnsan ise içgüdünün dışına çıkabilir, özgürdür. İnsan aşırıya kaçabilir, mesela yaşama içgüdüsünü geride bırakıp ölene kadar alkol alabilir. İnsan iyi ve kötü arasında seçim yapabilir. Doğal olan sustuğunda irade konuşur. Hayvanda ise doğal olan hiç susmaz.

İkinci argüman: İşte bu doğal olarak belirlenmeme, içgüdü tarafından belirlenmeme insanın tarih yapabilmesine izin verir. Hayvanların tarihi yoktur, insanların ise tarihi olur (hem bireylerin hem toplumların). Hayvan doğal olarak belirlendiği için eğitime ihtiyacı yoktur. İnsanlardan farklı olarak hayvanlar doğdukları gibi yürür, yüzer, yemek yer vs. İnsan ise doğa tarafından belirlenmediği ve özgür olduğu için eğitilmeye ihtiyaç duyar.

Hayvan gruplarının tarihselliği yoktur. Çünkü doğa/içgüdü tarafından yönlendirilirler. İnsanın ise özgürlüğü vardır, bu yüzden tarihselliği vardır. İnsan toplumları kültürel/siyasal olarak değişir (hayvan topluluklarından farklı olarak).

Peki bunun etik açısından ne tür sonuçları olabilir (Kant etiğinin temeli bu)?

1) Erdem, bireysel çıkarın dışında sergilenen davranıştadır. Özgürlük, kendini doğal belirlenimden, içgüdüden söküp almaktır. Eğer doğa bizi egoizme itiyorsa, bizi kendi çıkarımıza doğru yönlendiriyorsa, kendi özgürlüğümüzü elimize alıp başkasının çıkarını da hesaba katmak, onun alanına saygı duymak, insana özgü bir şeydir. Etiğin temeli budur, kendi çıkarının ötesini düşünebilmek, başkası için kendini sınırlamak.

2) Evrensellik. Ahlaki kural, genel çıkarı esas alır. Herhangi birini, herhangi bir grubu önceleyen ahlaki kural olmaz. Bunu yapabilmek de ancak kendi özel çıkarlarını (egoizmi) paranteze alıp genel çıkarı düşünebilmekle mümkündür. Yine burada da doğal egoizmden uzaklaşma ve Rousseau’nun anladığı anlamda özgür bir biçimde başkalarının çıkarını da hesaba katma var. Bunu yapabilecek tek varlık insan, hayvanların doğal olanın dışına çıkıp başkalarının çıkarını özgürce düşünme gibi bir olanağı yok.

İnsan Hakları Bildirgesi’nde "ait olduğu özel topluluklardan bağımsız olarak tüm insanların saygı görme hakkının" var olduğu söyleniyor. Dili, kültürü, dini, milliyeti vs. ne olursa olsun, insan olduğu için bu hakkı var.

3) Ahlaki ödev insanda kendi kendine belirmez, doğuştan gelmez.  Çocuklara öğretilir. Çaba gerektirir, doğal olana direnmeyi gerektirir. Meritokrasiye dayalı cumhuriyet okullarında bu ahlak öğretilir.

Buradan Kant üç tip emperatif (buyruk) çıkartacak:

1) Maharet (ahlakla ilgili değil). Teknik. Adorno ve Horkheimer’ın araçsal rasyonalite dediği şey. Hipotetik emperatif, yani “Eğer şunu istersen, o zaman şunu yap” formunda. “Komşunu zehirlemek istersen, zehir kullan.” (Faydacılık akımıyla eşleştirebiliriz)

2) İhtiyat. Birincide şunu istiyorsan bunu yap formülü vardı. Şimdikinde ise insanlığın genel ve ortak olarak istediği amaçlar söz konusu. Örneğin sağlık. Nerdeyse herkes sağlıklı olmak ister. Birincideki gibi amaçlar tamamen öznel değil, biraz daha nesnel amaçlar var. (Aristoteles’in ahlakıyla eşleştirebiliriz, insanlığın ortak amaçları.)

3) Kategorik. Bu ise Kant'ın vurguladığı ahlak anlayışı. Birincisi gibi “şunu istiyorsan bunu yap” değil, ikincisi gibi “insanlık genel olarak bunu ister” değil. Kesin, net, tartışmasız, mutlak buyruklar. İnsanlığın kendi arasında rasyonel temelde yaptığı anlaşmaya dayanıyor. Başkasına yer açmak için kendini sınırlama ahlakı. Cumhuriyetçi ve demokratik ahlakın temeli. Referansı insan(lar arasındaki anlaşma).

İki sonuç:

1)  Nasıl Tanrı’dan yola çıkıp insana varmak yerine insandan yola çıkıp Tanrı’ya varıyorsak (ilk derste anlatmıştı), burada da ahlakın temeli olarak ilahi buyruklar yerine insandan yola çıkıyoruz. Önce ahlak geliyor, ilahi ahlak başlangıçta dışarıda bırakılıyor. Bunun ötesinde Tanrı’nın varlığı bir inanç meselesi hâline geliyor. Perspektifin tamamen tersine dönmesi.

2) Özgürlük meselesi. Kant’ın ahlak felsefesinin temeli. Doğal olandan (içgüdü, egoizm) sıyrılıp özgürlük kazanmadıkça ahlak mümkün değil.

4 yorum:

  1. Ahlaklı olmak ya da olmamak bu tamamen çıkara bağlı, bütün ideolojiler ahlak üzerine kuruludur bu din olabilir siyaset olabilir genellikle günümüzde toplum yararından çok bireysel fayda sağlama peşinde insanlar. Dini olan herşey ahlaklıdır diyemem çünkü dini çıkar elde etmek için kullanırlar. Yani nesnel değil öznel amaçlar günumde daha çok ön planda olduğunu söyleyebirim ve bu tarz zaafları olan insanlar her daim dini kullanmıştķr.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir davranış yapılmadan önce o davranışın yapılış amacı (niyeti) önemlidir. Buradaki niyet sadece ödeve uygun olarak, amacı kendisi için olan salt iyiyi (niyeti) gerçekleştirmektir. Salt iyi yasaya uygun olandır. Kant’ın bu düşüncesine ödev ahlakı (iyi niyet ahlakı) denir .

      Sil
  2. Neden kendimizi hep olumsuzluklardan örnekler vermek zorunda hissederiz ?Insanlar sizin için dini kullanıyor bir başkasına gore de göremediğimiz dini bilgileri veriyor Bu durum kime gore neye gore değişir Ama bizler her zaman görmek istediklerimiz yerine gerçeği gormeyi denemeliyiz

    YanıtlaSil