22 Temmuz 2020 Çarşamba

Kant Notları 3 - Kant'ta Estetik Anlayışı (Luc Ferry Ders Notları)

Bugünün konusu Yargı Yetisinin Eleştirisi (1790). Bu kitapta güzellik teorisi ve örtük olarak da kurtuluş öğretisi var.

Kant’ta estetik meselesini (güzellik kriterleri) yine bağlamı içinde değerlendirmek gerek. 18. yüzyılda beğeni devrimi.

Antik Yunan’da sanat eserinin bir mikrokozmos olarak değerlendirildiğini görmüştük. Yani Kozmos’un mükemmel uyumunun küçük bir temsili. Güzel olan nesnel olarak belirlenebilir. Çünkü insanın dışında olan ve insandan daha yüce olan Kozmos’u ne kadar iyi yansıtıyorsa o kadar güzeldir.

Beğeni devriminde iki kelime önemli: beğeni ve deha. Beğeni, sanat eserini seyreden kişiye ait bir yeti. Deha ise sanat eserini yapan kişiye ait. Ahlak meselesinde olduğu gibi estetiğin öznelleştirilmesi/insanlaştırılması.

İzleyen kişi için artık güzel olan, insanın dışındaki ve ondan yüce olan bir varlığa (Kozmos’a) referansla tanımlanmıyor. Güzel olan, artık insanın beğendiği şey (estetik). Peki kriter öznelse, neye güzel diyoruz? Beethoven’ın bestelerinin güzel olduğu konusunda tartışma pek yok.

Sanat eserini yaratan kişi açısından. Geleneksel sanatlarda yaratıcılık/deha konu dışıydı. Çin kaligrafisi yüz yıllarca aynı şekilde yapıldı, yapanın imzası yok. Geleneğin tekrarına dayalı, yenilik de yok. Beğeni devrimi yeni bir bakış açısı getirdi: Sanatçının rolü yeniliktir, orijinal bir şey yaratmaktır. Eskiden zorunluluk olan taklit/tekrar artık yasaklandı (çalıntı olarak görülüyor). Yaratıcı/dahi olarak sanatçı.

Yani hem sanat eserini izleyen kişi hem de yaratan kişi bakımından sanatın öznelleşmesi. Temel referans Kozmos’un uyumu ya da Tanrı değil, insan beğenisi ve dehası. İlk kez merkezi insan olan seküler sanat anlayışı. Modern dönemde inşa edilen müzelerde de bunu görüyoruz. Müzelerin amacı: 1) Eserleri vandallıktan korumak ve insanlara açmak. 2) Eserleri kronolojik olarak sınıflandırmak. Böylece sanatçıların zaman içinde ne tür yenilikler yaptığını sergilemek.

Peki sanat öznelse, kriterleri ne olacak? Kant bu soru üzerinde duracak. Antik Yunan’da böyle bir sorun yoktu, çünkü nesnel bir kriter var (Kozmos’un uyumunu yansıtma). Peki referans insansa kriterler nasıl belirlenecek? 3 temel yaklaşım:

1) Klasik estetik: Kartezyen felsefeye dayanıyor. Boileau. “Hiçbir şey gerçek kadar güzel değildir.” Aklı kullanarak gerçeğin sanat eserine yansıtılması. Versailles Bahçesi (geometrik şekillere göre düzen, çünkü doğanın düzeni/gerçeklik matematiğe dayalıdır). Jean-Philippe Rameau’nun matematiksel müziği. Ölçü. Güzel’in gerçeğe indirgenmesi. Güzel olan bilimsel olarak kanıtlanabilir.

2) Ampirist estetik: Estetiğin akla değil kalbe/duygulara dayandırılması. Boileau’ya karşı. Hume: “Sanat eseri, aklın hoşuna giden değil, duyu organlarımızın hoşuna gidendir.” Hepimiz aynı duyu organlarına sahip olduğumuz için beğenilerimiz de az çok aynıdır. Güzel’in hoşluğa indirgenmesi (yani iyi bir yemek de hoşumuza gittiğinde sanat mı olur?). Sanat uzmanlığa indirgeniyor aynı zamanda, eğitilmiş duyulara sahip olmayanlar güzelden anlamaz.

İki estetik anlayışı da tartışmaya kapalı. Çünkü birincisinde güzel olan akla dayanıyor (kanıtlanabilir), ikincisinde de duyulara (bir yiyeceğin tadının güzel olup olmadığı tartışılmaz). Güzel olan tartışmaya açık değil.

3) Kant ve sonrasında romantikler. Kant’ın estetik anlayışı ise tartışmaya açık. Güzel olan ne doğru olandır ne de hoş olandır. Güzel olan materyal olan ile anlaşılır olanın bir araya gelmesidir. Doğada güzellik, anlamı varmış gibi görünen şeylerde görünür. Örneğin bir kelebeğin renkli kanatlarını sanki bir sanatçı yapmış ve bize bir şey anlatmaya çalışıyor gibi görürüz. Beğendiğimiz şey de budur, doğanın anlaşılır/kavranır bir işaret yapar gibi görünmesi. Sanat eserinde de benzer: Örneğin Bach’ın müziğini dinlerken size bir anlam verir gibi olur. Resimde vs. imajlar vardır, ama müzikte hiçbir imaj olmamasına ve yalnızca ses dalgalarına dayanmasına rağmen bize bir şey anlatmaya çalışıyor gibidir. Duyumsanır olan materyal, anlaşılan bir materyale dönüşür (ikisinin birleşimi güzeli yaratıyor).

Sanat eseri bize sanki dünyayı bir adım daha anlaşılır kılıyormuş gibi gelir. Sanatın ham maddesini oluşturan materyal (boya, ses dalgası, kağıt vs.) ile sanatçı dünyayı daha anlaşılır kılar.

Immanuel Kant (1724-1804)

Bilimsel yargı, belirleyici bir yargıyken; estetik yargı, düşünümlü bir yargıdır. İkisinin arasındaki farkı anlatmak için Éric Weil hukuk örneğini kullanır: Düşünümlü yargı, Anglo-Sakson hukuk sistemiyken, bilimsel yargı Napoleon’un hukuk anlayışına benziyor. Napoleon’un hukuk anlayışında yasalar evrensel ve ayrıntılı, yargıç yalnızca genel olanı tikele uyguluyor. Evrenselden özele (belirleyici yargı). Anglo-Sakson hukukunda ise tam tersi, tikel bir olayda yargıcın aldığı karar yukarıya doğru içtihat/yasa hâline gelir. Tikelden evrensele. Sanat da (düşünümlü yargı) Anglo-Sakson hukukuna benzer, her sanat eseri (tikel) kendi özelinde değerlendirilir ama içinde evrensel olanı taşır.

Kant’ın estetik anlayışı özet: Güzel olan nesne, tikel bir nesnedir. Kendi bünyesinde duyumsanır ve kavranır olanı birleştirir. Bu birleşim ruhumuzda uyuyan ve insanlıkta ortak olan bir ideali canlandırır. Bu da insanlarda bir ortaklık yaratır, beğenileri benzeştirir.

İki sonuç:

1) Sanat eseri, tikel de değildir (yani ikinci tanımdaki yemek benzetmesi gibi) evrensel de değildir (birinci tanımdaki matematik temelli olması gibi). Tikel bir bağlamda doğar (Mozart’ın müziği 20. yüzyıl müziği değildir, belirli bir bağlamı vardır). Ama folklor ve yerel zanaatten farklı olarak evrensele varır. Büyük bir sanat eserinin ayırıcı özelliği tüm insanlığa hitap etmesidir. Yerel farklılıklara rağmen (din, kültür, dil vs.), insanlığa ortak olan bir şey vardır. Büyük yazarları dünyanın tüm kültürleri okuyabilir.

Birinci ve ikinci tanımlardan farklı olarak Kant’ın sanat tanımının önemli bir parçası, güzelliğin tartışılabilir olmasıdır. Bir şeyin güzel olduğu kanıtlanamaz (belirleyici değil düşünümlü bir yargıdır). Diğer taraftan “renkler ve zevkler tartışılmaz” diyen ikinci tanıma da katılmaz. Midye sevmeyen biri seven biriyle tartışamaz, bu zevk meselesidir. Ama bir sonuca varamasalar da bir filmi (tabloyu, şarkıyı vs.) seven biri sevmeyen biriyle tartışabilir. Neden sevdiğini anlatabilir (kanıtlamaya ya da ikna etmeye çalışmadan).

2) Hayatın anlamı, kurtuluş öğretisi ve bilgelik. “Genişletilmiş düşünce”, kendini başkalarının yerine koyabilmek. Estetik üzerine tartışmanın anlamı da burada. Yalnızca bu da değil: Bir önceki Kantçı ahlak dersinde, özgürlüğün bireysel egoizmden çıkışla mümkün olduğunu anlatmıştı. Genişletilmiş düşünce, neredeyse kendimizi sanat eserine dönüştürüp kendimizi tikellikten çıkarıp evrensele doğru uzanmamızı sağlar. Örneğin bir yabancı dil öğrenmek. Anadilim Fransızca, Almanca öğreniyorum. Kendimi yerel ben’den söküp biraz daha evrenselliğe açıyorum. Biraz daha insanlaşıyorum: Alman kültürü ve insanları ile kurduğum bağ ile kendi tikelliğimden biraz daha kurtulup tüm insanlığa biraz daha yaklaşıyorum. Ama sanat eseri gibi, aslında tikel biriyim, çalışma yoluyla kendi tikelliğimle evrensele doğru yol alıyorum. Zihnimi ve ruhumu genişletip, farklı deneyimlerle zenginleştirip daha evrensel oluyorum. Hayatın anlamı da bu: Hiçbir şey ufkunu genişletmekten daha güzel değildir.

4 yorum:

  1. Kendini başkalarının yerine koyabilmek. Estetik üzerine tartışmanın anlamı da burada.

    Estetik ve Empati

    👍

    YanıtlaSil
  2. Zihnimi ve ruhumu genişletip, farklı deneyimlerle zenginleştirip daha evrensel oluyorum

    Hayatı sadece arabesk yaşayıp drama bağlayıp bundan beslenen bir toplum olmamalıyız .Peki ruh nasıl genişletilebilir ki ?

    YanıtlaSil
  3. Bu değerli bilgiler için teşekkür ederim.

    YanıtlaSil